HANDAN DAYI

Beden – Mekan / Bedenim Mekanımdır…

Nietzsche felsefesinin izlerini süren Deleuze,tüm yaşamın bedenler aracılığı ile biçimleşen bir güç ilişkileri olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte, soykütüksel her bir fenomen de, birer gösterge, birer semptom olarak ele alınır; böylece felsefe de bir semioloji/semptomoloji olarak okunur.

Deleuze’ün bu sorgulamalarında iki kilit kavram karşımıza çıkar: Beden ve Bilinç. Güçlerin çatıştığı bir ortamda, gerçekliğin hiçbir niceliği kalmaz. Çünkü zaten gerçeklik gücün niceliği olarak tespit edilmiştir. Böylece şu ileri sürülebilir: Beden ve Bilinç arasındaki gerilimin niceliği dışında, başka bir gerçeklik yoktur.

Tekil açıdan beden, çoklu bir tekilliktir ve bizce; Deleuze’sel bir yorumla organsız bir beden, uzam-zaman dışı bir süre, sürekli oluşlarda biçimlenen ama kavramsallaştırılmadan kaçınan bir düşünce olanağı yaratmak amaçlanmalıdır. Diğer bir deyişle, minör yaklaşımlar ile kaçış çizgileri yaratmak…Çünkü bu bağlamda kaçınabildiğimiz ölçüde bir yenilik yaratılabilecektir.

Spinozism’de tanrısal uzam, bu uzamdan zihne açılan yollar tutkulara uzanır. Bu tutkular öylesine tutkulardır ki insanoğlunun köleliğe uzanmasına bile neden olur. Bireyin içerisinde bulunduğu kölelik hali zamanla sınırlarını kırmak ister. Öyle ki insanoğlu uzamsal boyutta zamansızlığa uzanmak ister.

Sorunumuz; Beden, kimlik, mekan, zaman, çevrenin önemi ve tüm bunların tam ortasında duran bireyin uzamsal boyutu üzerine bir kavram bilmecesi…
Ebru Nalan SÜLÜN & Fırat ARAPOĞLU

Doğa Oluş, enstalasyon, çim heykel, 2010, Antalya

Doğa Oluş

Modern hayatın sıkıcılığında can çekişen beden, doğaya dönmek istiyor. Bir bedenim mi var? Yoksa bir beden miyim? sorgusuyla unutulan beden tekrar anımsanıyor. İnsan zihnini her şeyin üstünde tutan batılı özne, doğadan kopmuş yalnız ve mutsuz çıkış yolu arıyor. Artık şeçen bir özne yok sadece beden var. Bedenim doğa olmak istiyor. Bu çalışma bir “doğa oluş”isteği ya da teknolojiye yenilen bir kısır döngü.